İfadesiz Yüz Deneyi
Hareketsiz Yüz Deneyi Gelişim psikoloğu Edward Tronick Çocuk Gelişimi Araştırmaları Grubu’nun yıllık toplantısında meslektaşları ile birlikte gerçekleştirdiği bir deneyidir. Bu deneyin meslektaşları ile sonuçlarını paylaşır. Bu deneyde Tronick, 3 dakikalık karşılıklı oyun oynama (sosyalleşme) sonrasında annenin bebeğinin tüm reaksiyonlarına kayıtsız kalarak sadece ifadesiz bir yüz ile cevap vermesi ardından bebeğin verdiği tepkiyi ortaya koyuyor. Yıl henüz 1975. Yılın önemi nedir diye düşünebilirsiniz…
İfadesiz Yüz Deneyi
Önce aşağıdaki videoyu bir izleyin sonra devam edelim…
İzlediğiniz gibi bebek annesinin kayıtsız ifadesi karşısında aralarındaki her zamanki bağı kurabilmek için çaba harcıyor. Ama çabaları boşa çıktıkça yüzünde bir ümitsizlik ifadesi belirlemeye başlıyor ve hırçınlaşıyor.
Peki ama tüm bunlar bize neyi gösteriyor? Aslında daha küçücük bir bebekken sosyal algıya sahip olduğumuzu, yani çevremizdeki kişileri, olayları tanımaya ve kavramaya başladığımızı gösteriyor. Daha küçücükken yüz ifadelerinin ne anlama geldiğini yorumlayabildiğimizi ve buna göre davranışlarımızı ayarladığımızı ortaya koyuyor. Bu küçük bebek annesiyle arasındaki rutin ilişkiyi geri kazanmaya çalıştığına göre aslında hedef odaklı davranmaya taa o zamandan başladığımızı gösteriyor. O küçücük bebek ağlamaklı gülümsemesi, yandan bakış atmaları ile annesine bazı ipuçları vermeye çalışıyor.
Aslında ifadesiz yüz deneyi bir bebeğin bile anında sosyal tepkiler verebildiğini, kendi yarattığı etki ve dikkati değiştirebildiğini, sosyal ilişkinin değişmesi ile kendi davranışlarını değiştirebildiğini ortaya koyuyor. Dedim ya yıl 1975 ve küçük bir bebek…
Ben bu videoyu sosyal duygusal öğrenme eğitimlerimde kullanıyorum, zira öğretmen-öğrenci etkileşiminin ne denli önemli olduğunu, sosyal duygusal öğrenmenin küçücük yaşlardan itibaren kişisel gelişimimizin ayrılmaz bir parçası olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Evet, video anne ve çocuk arasındaki bağın öneminin altını çiziyor; bu bağın kopmasının etkilerini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Ama bunun yanı sıra “yok sayılmanın” ne kadar yıkıcı olabileceğini de gösteriyor. Yani çocuğun duygularına duyarsız kalmanın onun kendine güvenini de derinden etkilediğinin altı çiziliyor. Burada “çocuk” yerine öğrencinizi, eşinizi ya da ilişkide olduğunuz herhangi birini koyabilirsiniz. Bu herkes için böyle. Size derdini anlatmaya çalışan birisine sırtınızı dönüp gitmek, öğrenciniz size bir soru sormaya çalışırken ona söz vermemek, eşiniz size işte yaşadığı bir olayı anlatırken telefonunuzda mesajlara bakmak… Doğru olan, iletişimde olduğunuz kişi ile duygusal bağ kurabilmek, onu anladığınızı göstermektir.
Yine bu konuda çalışmalar yapan Dr. Gottman, karşınızdakinin duygularını, ne hissettiğini anladığınızı göstermeyi “Duygusal Koçluk” olarak adlandırıyor.
Bunu da 5 basamakta özetliyor:
- Çocuğunuzun duygularının farkında olun.
- Duygularını empati göstererek dinleyin, onay verin.
- Çocuğunuzun duyguyu kelimelerle ifade etmesine yardımcı olun.
- Çocuğunuzun zorlandığı konuları çözmesinde ona yardımcı olurken sınırlar koyun.
- Çocuğunuzun duygusunu ifade biçimini yakınlaşma ve öğretme için bir fırsat olarak görün
Özellikle eğitimde sosyal duygusal öğrenmenin öneminin tartışıldığı şu günlerde her öğretmenin “duygusal koçluk” yapabilmesi çok önemli!
O zaman bir kez daha altını çizelim: İfadesiz bir yüz, karşınızdaki ile ilişkinizi de bozar, bizzat karşınızdakini de bozar!
KAYNAKLAR